MEVLANA CELALEDDİN RUMİ
Mevlana'nın asıl adı Muhammed Celaleddin'dir. Mevlana ve Rumi de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasına gelen Mevlana ismi, ona, daha pek genç iken Konya'da ders okutmaya basladığı tarihlerde verilir. Bu isim sems-i Tebrizi ve Sultan Veled'den itibaren Mevlana'yı sevenlerce kullanılmış; Adeta adı yerine sembol olmuştur.
Rumi, Anadolu demektir.
Mevlana'nın, Rumi diye tanınması, geçmiş yüzyillarda Diyari Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya'da uzun müddet oturması, ömrünün büyük bir kismının orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasındandır.
Mevlana'nın doğum yeri, bugünkü Afganistan'da bulunan, eski büyük Türk kültür beldesi Belh'tir.
Mevlana'nın Doğum tarihi ise (6 Rebiu'l Evvel, 604) 30 Eylül 1207'dır. Bazı araştırmacıların tespitine göre, O'nun doğum tarihi 1182'dir.
Asil bir aileye mensup olan Mevlana'nın annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun; babaannesi, Harezmsahlar (1157 Dogu Türk Hakanlığı) hanedanından Türk prensesi, Melike-i Cihan Emetullah Sultan'dır.
Babası, Sultanü'l-Ulema (Alimlerin Sultani) ünvanı ile tanınmış, Muhammed Bahaeddin Veled; büyükbabasi, Ahmet Hatibi oglu Hüseyin Hatibi'dir. Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmış Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrılmıştır.
Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuş burada tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmışlardır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etmiştir. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) gelip Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleşmişlerdir.
1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kalmışlardır. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlenmiş bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu olmuştur. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yapmıştır. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.
Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet edip ve Konya'ya yerleşmesini istemiştir.
Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.
Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etmiştir. Mezar yeri olarak, Selçuklu SarayınınGül Bahçesi seçilmiştir. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolunmuştur.
Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplanmış Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak görmüşlerdir. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar vermeye başlamıştır.
Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaşmıştır. Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştür. Ancak beraberlikleri uzun sürmemiş Şems aniden ölmüştür.
Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü vefat etmiştir.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.
Mevlana’nın manevi mirası
Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani yaradanına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Aruz" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından üzülmeyin diyerek vasiyet ediyordu.
Onun düşüncesinde ve fikirlerinde ölüm hiçbir zaman yokluk olarak kabul edilmemektedir. "Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız, bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir" diyerek gönüllerdeki ölümsüzlüğe dikkat çekmiştir.
“Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz, şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz” “Mademki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik” diyen Mevlâna’nın insanlar arasında sevgi, barış ve uyumun sağlanmasını gaye edinen vizyonu ve mesajı insanlık için bugün her zamankinden daha anlamlıdır. Onun anmakta olduğumuz doğum yıldönümü bu öngörüyü ve mesajı hatırlamak ve hayata geçirmek için bir diğer fırsat ve vesile oluşturmuştur.
Mevlana'dan Tüm İnsanlığa Nasihat
« Gel, gel, ne olursan ol yine gel, Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir. » |
Konya’nın İmgesi Mevlana
Mevlâna 13. yüzyılda Konya’da yaşamış en büyük İslam alimidir. Asıl adı Muhammed’dir. Sultan’ül Ulema yani ” alimlerin sultanı” Bahaeddin Veled’in oğludur. Bahaeddin Veled ve ailesi bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Horosan’ın Belh şehrinden ayrılarak önce Hicaz’a, sonra Şam’a ve en sonunda Anadolu’ya gelmişler, Karaman’da 7 yıl kaldıktan sonra Konya’ya gelerek buraya yerleşmişlerdir.
Mevlâna babasından ve çeşitli İslam alimlerinden dersler almıştır. Bu alimlerden en önemlisi Şems-i Tebrizi’dir.
Sultânü’l ülemâ ölünce talebe ve müritleri bu defa Mevlana’nın etrafında toplanmışlardır. Çünkü Mevlâna’yı babasının tek varisi olarak görmüşlerdir. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesinde vaazlar vermeye başlamıştır. Mevlana Konya’da ilim ve irfanı ile meşhur olmuştur. Ömrünü tasavvuf yolunu öğretmeye adamış ve binlerce öğrenci yetiştirmiştir. Ve İslam ahlakının üstünlüğünü anlatan muhteşem eseri ” Mesnevi’yi yazmıştır.
Mevlâna her şeyden önce olgun, alim ve veli bir müslümandır. O’nun başkalarını, doğudan ve batıdan çeşitli din, mezhep ve meşrep sahibi kişileri kendisine hayran bırakan merhameti, insan sevgisi tevazuu, gönül okşayıcılığı, mensup olduğu İslam dininin yüksek ahlak telakkisinin bazı küçük numuneleridir.
Mevlâna ibadete yeni şekiller getirmemiştir. Mevlevi tarikatına sonradan eklenen ney ve tambura çalmak, ayin yapmak, Mevlâna tarafından getirilmiş usuller olduğu sanılmaktadır. Mesnevi’de geçen ney kelimesi müzik aleti olarak anlaşılmış ve üstadın ibadetlerini ney üfleyerek yaptığı sanılmıştır. Oysaki Mesnevi’de geçen “ney”in üç anlamı vardır; birincisi kamil insan demektir. İkincisi yok, üçüncüsü ise kamış kalem demektir ki bu da yine insan-ı kamile işaret eder.
Mevlâna’nın en önemli eseri kırk yedi binden ziyade beyti ile dünyaya nur saçan Mesnevi’sidir. Bundan başka üstadın Divan-ı Kebir, Fihi Ma Fih, Mektubat, Mecalis-i Seba gibi kıymetli eserleri de vardır.
Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273′de Hakk’ın rahmetine kavuşmuş ve cenazesi babasının yanına; Selçuklu Sara-yı’nın gül bahçesine defnedilmiştir.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul etmiştir. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün gecesi veya gelin gecesi anlamına gelen “Şeb-i Arus” adını vermiştir. Dostlarına ölümünün ardından ağlamamalarını vasiyet etmiştir.
MEVLÂNA TÜRBESİ
Mevlâna’ya “Yeşil Kubbe” denilen türbe, Sultan Veled ve Alameddin Kayser’in gayretleriyle ve Emir Pervane’nin eşi (Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in kızı) Gürcü
Hatun’un yardımlarıyla Çelebi Hüsameddin zamanında yapılmıştır. Türbenin mimarı Tebrizli Bedrettin’dir. Selimoğlu Abdülvahid adlı bir sanatkar da, Mevlâna’nın kabri üzerine üzeri Kuran’dan ayetlerle ve Mesnevi’den beyitlerle kaplı ceviz bir sanduka yapmıştır. Bu sanduka bugün Bahaeddin Veled’in kabri üzerinde bulunmaktadır.
Mevlâna türbesi günümüzde Mevlâna Müzesi olarak kullanılmaktadır. Müzenin içindeki çini ve nakış süsleri Türk kültürü içinde önemli bir yere sahip olan süslemeciliğin en güzel örneklerini yansıtmaktadır. Ayrıca müzede ney ve tambura gibi müzik aletleri, Tilavet Odası (Hat Dairesi), şifalı Nisan sularının toplandığı Nisan Tası, Semahane, derviş hücreleri, Mevlevi mezar taşları ve Hasan Paşa’nın yaptırdığı Gümüş Kapı bulunmaktadır.
Konya’da bulunan ve Mevlâna ile ilgili olan diğer yerler şunlardır:
- a) Buluşma Yeri: Mevlana ile Şems-i Tebrizi’nin buluştuğu yerdir. Eski Şekertu-ruş Hanı önünde bulunmaktadır.
- b) Mevlâna Hücresi: Konya’da Altun Aba Caminin güneyinde camiye bitişik olarak bulunan kubbeli küçük bir odadır. Mevlana’nın istirahat ettiği yer olduğu söylenir.
Konya’da turizm Mevlâna sevgisine dayanmaktadır. Bu sevgiden kuvvet almaktadır. Bu derin ve köklü sevginin izlerini taşımaktadır. Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanından bu sevgi ile turist gelmektedir.
Mevlâna denince akla gelen diğer bir unsur da “sema”dır. Sema ellerin duruşundan hareketle Allah’tan alıp kula dağıtmayı simgelemektedir. Bazı kaynaklar her ne kadar Mevlevilikte semanın yerinin olmadığını söyleseler de sema, Mevlevi tarikatının en önemli özelliğidir(Rehber ans. C. 3 s. 195). Çünkü bu hareket Mevlâna’nın insan sevgisini, hoşgörü ve anlayışını temsil etmektedir.
Mevlâna’nın bir imge haline gelmesi en çok Konya ticaret erbabını karlı çıkarmıştır. Konya’da hemen hemen tüm marketlerin, restoranların, şekerlemecilerin, etli ekmekçilerin isimleri “Mevlâna”dır. Mevlâna Şekercisi, Mevlâna Kebapçısı gibi… Her adımda Mevlâna adını taşıyan bir ticarethane bulmak mümkündür. Bu insanların dükkanlarına bu ismi koymalarının tek bir nedeni vardır, o da bölgeye akın eden turistlerin dikkatlerini çekerek müşteri toplamaktır. (K. K I). Mevlana’yı anlamak isteyen, onun hayat felsefesini, yaşam tarzını ve Konya’da bıraktığı izleri merak eden yerli ve yabancı turistler ilk önce Mevlana Türbesi’ni ziyaret ederler. Daha sonra sıra yemek yemeye gelir. Ya da memleketlerine Konya’dan bir armağan götürmeye… İşte burada devreye Mevlâna adını taşıyan ticarethaneler girmektedir. Daha çok ilgi çekmek amacı ile dükkanlarına bu imgenin adını koymuşlardır. Ancak bu da doğal olarak rekabete yol açmıştır. Çünkü herkes kasabının, manavının, kebapçısının, etli ekmekçisinin adını Mevlana koymak ister. ancak bu imkansızdır. Çünkü herkes koyduğu isme patent almıştır. Bunun için mağazasının adını “Mevlana” koyabilen-ler şanslıdır. (K. K. I) Ancak dükkanının ismini Mevlana koyarak müşteri çekmeyi amaç edinmeyen yerler de vardır. Mesela Konya- Mevlana Pide ve Kebap Salo-nu’nun sahibi sayın Akın Küçükel dedeleri, zamanında Mevlana’ya hizmet ettiği için Mevlana hayranı olduklarını, onu çok sevdiklerini ve dükkanın adını da bu nedenle Mevlana koyduklarını söylemektedir. Hatta Gazi üniversitesi öğrencileri ile beraber her yıl Konya’ya günübirlik geziler düzenlemekte olduklarını da belirmektedir.
Mevlana’dan yararlanmak adına Konya’da göze çarpan en önemli noktalardan bir tanesi de “Mevlana şekeri” adıyla anılan şekerlerdir. Başka bir arkadaşımızın yaptığı çalışmadan hareketle bu şekerlerin de adını ticari bir amaçla aldığı söylene-bilir(Ünüvar, Kentler ve İmgeler seminer araştırması). Çünkü Mevlana şekerlerinin eski adı “Peynir Şekeri”dir. Konya’da yaşayan bir şeker ustası bu şekerlerin adının Mevlana olmasını yalnız turizme bağlamaktadır. Hatta çeşitli turistlerin şeker alırken “Bu şekerin adı neden Mevlana, acaba Mevlana bu şekerlerden çok mu yermiş?” gibi sorular sorduklarını söyler. Ancak bu şekerin Mevlana ile bir ilgisi yoktur; yalnızca ilgi çekme amaçlı bu ismi almıştır.
Bugün Konya, Mevlana’dan önemli ölçüde yararlanmaktadır, özellikle turizm konusunda. Konya Büyükşehir Belediyesi ve Selçuk Üniversitesi başta olmak üzere Mevlâna sevgisini ve anlayışını tüm insanlara aşılamak ve Mevlâna’yı en iyi şekilde anlatmak amacı ile çalışma yapan birçok kuruluş vardır. Örneğin Konya Büyükşehir Belediyesi Aralık ayının ikinci pazarından 17 Aralık’a kadar devam eden “Mevlana Haftası”nı düzenlemektedir. Bu törenler Konya’da turizmi canlandırmaktadır. Mevlana Haftası, sema gösterileri, müzik ve şiir dinletileri, şiir, kompozisyon ve bilgi yarışmaları, güzel sanatlar sergileri, Türkiye’nin her yanından gelen bilim adamlarının konferansları ve tiyatro gösterilerinden oluşmaktadır.
Mevlâna ile ilgili konferanslar, yarışmalar, sema gösterileri şiir dinletileri yalnız Konya’da değil, Türkiye’nin dört bir yanında hatta yurt dışında da düzenlenmektedir. Örneğin geçtiğimiz günlerde Ankara’da, Genel sanat yönetmeni Semih Sergen tarafından “Mevlana Aşk ve Barış Çığlığı, Şiir ve Müzik Resitali” düzenlenmiştir. Resitalde Mevlâna’nın insan sevgisi ve hoşgörüsünden bahsedilmiş, ney ve şiir dinletisi sunulmuştur.
Mevlana’yı uluslar arası boyutlarda tanıtmayı amaç edinen bir kuruluş da Uluslar arası Rumi Derneği’dir. Bu kuruluş Türk bilim adamları ile beraber Mevlana’yı tanıtma amaçlı Uluslar arası Mevlana Seminerleri düzenlemişlerdir. Bu seminerlerde Mevlana’nın şiirlerini bugünün diliyle yorumlamışlardır.
Mevlana ile ilgili çalışmalar yapan bir diğer kuruluş da Çağdaş Mevlana Aşıkları Topluluğudur. 1989 yılında manevi başkanları Hasan Dede tarafından kurulan topluluk Mevlana’nın aydın felsefesini yaşatmayı ve tanıtmayı amaçlamış ve bu doğrultudaki çalışmalarını kurulduğu tarihten itibaren aralıksız devam ettirmiştir.
Konya ve Mevlana’yı dünyaya tanıtma amacıyla Selçuk Üniversitesi ve Konya Büyükşehir Belediyesi çalışmalarına sanal dünyayı da dahil etmeyi unutmamışlardır. Buna dair birçok internet sitesi kurmuş, ayrıca üniversitenin, şehrin ve belediyenin tanıtılması amacı ile açılmış olan web sitelerine Mevlana ile ilgili bir bölümü eklemişlerdir. İl yıllıklarında ve belediye tanıtım broşürlerinde Mevlana’ya geniş ölçüde yer vermişlerdir.
Mevlana’nın yalnız Türk milletini değil tüm insanlığı kendisine hayran bırakan hoşgörüsü ve insan sevgisi, o unutulmaz sözü “NE OLURSAN OL YİNE GEL” ile halk aşıklarının şiirlerinde yer almaktadır. Ama ne acıdır ki bu hoşgörü bugün günlük hayatın aşılmaz sorunları altında ezilmenin ve paranın tutsağı haline getirilmenin gerilimlerini yok edememekte, hatta bu nedenle yok olmaktadır. İnsan sevgisi ve hoşgörü kavramları bizden yavaş yavaş uzaklaşmaktadır.
Konya günlük hayatta Mevlana’yı söyler, Mevlana’yı duyar, Mevlana’yı yaşar… Maddenin ötesinde bir mana yaşayışıdır bu… Mevlana’nın ölümsüz kişiliği, ölümsüz eserler, sanat ve kültür çevresi, yakınları dostları…
MEVLÂNA'NIN ESERLERİ
MESNEVİ
Mesnevî, klâsik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Sözlük anlamıyla "İkişer, ikişerlik" demektir. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım şekillerine Mesnevî adı verilmiştir.
Her beytin aynı vezinde fakat ayrı ayrı kafiyeli olması nedeniyle Mesnevî'de büyük bir yazma kolaylığı vardır. Bu nedenle uzun sürecek konular veya hikâyeler şiir yoluyla söylenilecekse, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevî tarzı seçilir. Bu suretle şiir, beyit beyit sürüp gider.
Mesnevî her ne kadar klâsik doğu'şiirinin bir şiir tarzı ise de "Mesnevî" denildiği zaman akla "Mevlâna'nın Mesnevî'si"gelir. Mevlâna Mesnevî'yi Çelebi Hüsameddin'in isteği üzerine yazmıştır. Kâtibi Hüsameddin Çelebi'nin söylediğine göre Mevlanâ, Mesnevî beyitlerini Meram'da gezerken,otururken, yürürken hatta semâ ederken söylermiş, Çelebi Hüsameddin de yazarmış.
Mesnevî'nin dili Farsça'dır. Halen Mevlâna Müzesi'nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunan en eski Mesnevî nüshasına göre, beyit sayısı 25618 dir.
Mesnevî'nin vezni : Fâ i lâ tün- Fâ i lâ tün - Fâ i lün'dür
Mevlâna 6 büyük cilt olan Mesnevî'sinde, tasavvufî fikir ve düşüncelerini, birbirine ulanmış hikayeler halinde anlatmaktadır.
DİVAN-I KEBİR
Dîvân, şairlerin şiirlerini topladıkları deftere denir. Dîvân-ı Kebîr "Büyük Defter" veya "Büyük Dîvân" manasına gelir. Mevlâna'nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu divandadır. Dîvân-ı Kebîr'in dili de Farsça olmakla beraber, Dîvân-ı Kebîr içinde az sayıda Arapça, Türkçe ve Rumca şiir de yar almaktadır. Dîvân-ı Kebîr 21 küçük dîvân (Bahir) ile Rubâî Dîvânı'nın bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Dîvân-ı Kebîr'in beyit adedi 40.000 i aşmaktadır. Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr'deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu dîvâna, Dîvân-ı Şems de denilmektedir. Dîvânda yer alan şiirler vezin ve kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir.
MEKTUBAT
Mevlâna'nın başta Selçuklu Hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerin.e nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen diıü ve ilmi konularda ise açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 adet mektuptur. Mevlâna bu mektuplarında, edebî mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi yazmıştır. Mektuplarında "kulunuz, bendeniz" gibi kelimelere hiç yer vermemiştir. Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa o sözlerle ve o vasıflârla hitap etmiştir.
Fİ Hİ MA Fİ H
Fîhi Mâ Fih "Onun içindeki içindedir" manasına gelmektedir.. Bu eser Mevlâna'nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled tarafından toplanması ile meydana gelmiştir. 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane'ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da temas edilmesi yönünden, bu eser aynı zamanda tarihi bir kaynak olarak da kabul edilmektedir. Eserde cennet ve cehennem, dünya ve âhiret, mürşit ve mürîd, aşk ve semâ gibi konular işlenmiştir.
MECÂLİS-İ SEB'A
(Yedi Meclis) Mecâlis-i Seb'a, adından da anlaşılacağı üzere Mevlâna'nın yedi meclisi'nin, yedi vaazı'nın not edilmesinden meydana gelmiştir. Mevlâna'nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş, ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır. Eserin düzenlemesi yapıldıktan sonra Mevlâna'nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği Hadis'lerin konuları bakımından tasnifi şöyledir :
1. Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı.
2. Suçtan kurtuluş. Akıl yolu ile gafletten uyanış.
3. İnanç'daki kudret.
4. Tövbe edip doğru yolu bulanlar Allah'ın sevgili kulları olurlar.
5. Bilginin değeri.
6. Gaflete dalış.
7. Aklın önemi.
Bu yedi meclis'de, asıl şerh edilen hadislerle beraber, 41 Hadis daha geçmektedir. Mevlâna tarafından seçilen her Hadis içtimaidir. Mevlâna yedi meclisinde her bölüme "Hamd ü sena" ve "Münacaat" ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufî görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir. Bu yol Mesnevî'nin yazılışında da aynen kullanılm
İletişim
dilara sena cengiz
Haberler
Etiketler
Etiket listesi boş.